Uluslararası Ehl-i Beyt (a.s) Haber Ajansı – ABNA: ABD ile Siyonist rejim arasındaki ilişki, görünürde klasik bir siyasi ittifak olarak tanımlansa da pratikte çok katmanlı bir askeri, hukuki, medya ve ideolojik destek ağına dönüşmüş durumdadır. Bu ilişki yalnızca İsrail’in varlığını sürdürmesine katkı sunmakla kalmamış, aynı zamanda bu rejimi uluslararası sonuçlardan endişe duymadan yıkıcı savaşlar ve sivilleri hedef alan geniş çaplı operasyonlar yürütebilen bir aktör haline getirmiştir. Son on yıllardaki süreçler incelendiğinde, Washington’un giderek “destekçi” konumundan “operasyonel ortak” seviyesine yükseldiği ve birçok alanda Siyonist rejimin işlediği suçların yolunu fiilen açtığı görülmektedir.
Anlatının Mühendisliği: Kamuoyu Savaşa Nasıl Hazırlanıyor?
ABD’nin Siyonist rejime verdiği desteğin en açık biçimde görüldüğü alanlardan biri, anlatı ve kamuoyu sahasıdır. ABD’deki ana akım medya, kelimeleri seçici biçimde kullanarak, İsrail’in sözde “güvenlik” iddialarını öne çıkarıp işgalin tarihsel arka planını görmezden gelerek Filistin’deki gelişmeleri tek taraflı bir çerçeveyle sunmaktadır. Bu bağlamda hava saldırıları, kuşatma ve altyapının sistematik biçimde yok edilmesi “karşılık” ya da “meşru savunma” olarak yansıtılmakta, sivil kayıplar ise arka plana itilmektedir. İsrail yanlısı güçlü lobiler de medya ve düşünce kuruluşları üzerindeki etkileriyle her türlü eleştirel anlatıyı itibarsızlaştırmaktadır. Sonuçta, Siyonist rejimin savaşı bir insani kriz olarak değil, kaçınılmaz bir “güvenlik gerekliliği” olarak algılanmaktadır. Bu medya üzerinden yürütülen meşrulaştırma süreci, Washington’un siyasi ve askeri desteğinin devamı için zemin hazırlamaktadır.
ABD İç Siyaseti: Muhalefetin Bastırılması ve Desteğin Kurumsallaşması
ABD’de İsrail’e destek, dış politikanın ötesine geçerek hukuki ve idari düzenin bir parçası haline gelmiştir. Birçok eyalette kabul edilen yasalar, İsrail’e yönelik boykot hareketlerini hedef almakta ve bu girişimlerle iş birliğini ciddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu düzenlemeler, sivil toplumun Siyonist rejim üzerinde baskı kurma imkânını fiilen sınırlandırmıştır.
Üniversiteler ve akademik kurumlar da artan baskılar altındadır. Filistin’i destekleyen öğrenci faaliyetleri çoğu zaman kısıtlamalarla ya da tehditlerle karşılaşmakta, üniversite yönetimleri ise hukuki sonuçlardan kaçınmak için bu alanı daraltmaktadır. Böylece İsrail’e destek “normal” bir tutum haline gelirken, eleştiri yüksek riskli bir eylem olarak kodlanmaktadır.
Diplomatik Dokunulmazlık: Uluslararası Hukukun Askıya Alınması
Uluslararası alanda ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını sistematik biçimde kullanarak Siyonist rejim için bir kalkan görevi üstlenmiştir. Bu vetolar, yalnızca bağlayıcı kararların önünü kesmekle kalmamış, Tel Aviv’e açık bir mesaj da vermiştir: Uluslararası hukuku ihlal etmenin bedeli olmayacaktır. Aynı zamanda Washington, hukuki mekanizmalar üzerinde siyasi baskı kurarak savaş suçlarının soruşturulmasını da engellemiştir. Bu diplomatik dokunulmazlık, Siyonist rejimin yaptırım ya da hukuki kovuşturma endişesi olmadan askeri saldırılarını genişletmesine imkân tanımıştır. Sonuç olarak, uluslararası hukuk fiilen tek bir aktör için askıya alınmıştır.
Savaş Makinesi: Silahlar, Teknoloji ve Gazze Sahası
Bu destek ağının merkezinde geniş kapsamlı askeri iş birliği yer almaktadır. ABD, milyarlarca dolarlık askeri yardımlar, gelişmiş silah satışları ve hassas teknolojilerin transferi yoluyla Siyonist rejim güçlerini dünyanın en donanımlı askeri yapılarından biri haline getirmiştir. Savaş uçakları, güdümlü mühimmatlar ve ileri istihbarat sistemleri, özellikle Gazze’de yoğun nüfuslu yerleşim alanlarına yönelik saldırılarda kullanılmıştır. Gazze’deki yıkımın boyutu ve yüksek sivil kayıplar, bu silahların öldürücü kapasitesini açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu destek olmaksızın İsrail’in bu ölçekte ve süreklilikte saldırılar yürütmesi mümkün olmazdı.
Acil ve Lojistik Destek
ABD’ye ait silah depolarının işgal altındaki topraklarda konuşlandırılması, bu iş birliğinin bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Bu depolar, Siyonist rejimin mühimmata hızlı erişimini sağlayarak savaşı lojistik sınırlamalardan kurtarmaktadır. Gazze’ye yönelik son saldırılarda bu stokların yoğun biçimde kullanılması, Washington’un çatışmanın uzaması ihtimaline önceden hazırlandığını göstermiştir. Savaşın başlamasının hemen ardından yeni mali ve askeri yardımların rekor hızda onaylanması da, bu sürecin anlık bir tepki değil, önceden planlanmış bir stratejinin parçası olduğunu ortaya koymuştur.
Toplumsal Yarılma: Kamuoyu Devletten Önde
ABD yönetiminin Siyonist rejime verdiği kurumsal ve kesintisiz desteğe rağmen, Amerikan toplumunda giderek derinleşen bir çatlak gözlemlenmektedir. Bu yarılma, özellikle kamuoyu ile resmi devlet politikası arasındaki mesafede kendini göstermektedir. Anketler, özellikle genç kuşak Amerikalıların – Demokrat ve bağımsız seçmenler başta olmak üzere – İsrail’e yönelik daha eleştirel bir tutum benimsediğini ve bu rejime yapılan askeri yardımları meşru görmediğini ortaya koymaktadır. Gazze’de sivillerin maruz kaldığı katliamları gösteren görüntüler, Filistin halkına yönelik toplumsal empatiyi güçlendirmiştir.
Üniversitelerde, sosyal medyada ve sivil hareketlerde alternatif anlatılar giderek yayılmakta; yeni kuşak, ana akım medyanın geleneksel söylemlerine daha az itibar etmektedir. Ancak bu dönüşüm henüz ABD’nin resmi politikalarına yansımamıştır. Siyasi güç yapısı, İsrail yanlısı lobilerin etkisi ve stratejik hesaplar, toplumsal baskının somut politika değişikliklerine dönüşmesini engellemektedir. Bu durum, toplum ile devlet arasında giderek büyüyen bir uçuruma işaret etmektedir.
Sonuç
ABD ile Siyonist rejim arasındaki ilişki incelendiğinde, bunun sıradan bir siyasi ittifak ya da güvenlik iş birliğinin çok ötesinde olduğu görülmektedir. Washington, onlarca yıl boyunca askeri, diplomatik, medya ve hukuki desteklerden oluşan bütünlüklü bir ağ kurarak İsrail’in en az siyasi ve hukuki bedelle yıkıcı savaşlar yürütmesini mümkün kılmıştır. Bu destekler geçici ya da tepkisel değil, Batı Asya’da ABD çıkarlarını ve bir müttefikin üstünlüğünü korumaya yönelik kökleşmiş bir stratejinin parçasıdır.
Kamuoyu anlatısının şekillendirilmesinden ABD iç hukukuna, BM Güvenlik Konseyi’ndeki diplomatik kalkanlardan Gazze sahasına aktarılan gelişmiş silahlara kadar tüm bu mekanizmalar tek bir hedefe hizmet etmiştir: Siyonist rejimi uluslararası sonuçlardan korumak. Bu çerçevede uluslararası hukuk, insani ilkeler ve sözde demokratik değerler stratejik çıkarlar uğruna geri plana itilmiş; bedeli ise Filistin halkı ödemiştir.
Öte yandan ABD toplumunda giderek büyüyen eleştirel dalga, bu politikanın iç meşruiyetinin de aşınmaya başladığını göstermektedir. Ancak güç yapıları ve lobiler varlığını sürdürdüğü sürece, bu toplumsal itirazların ABD dış politikasında köklü değişimlere yol açması kısa vadede zor görünmektedir.
Son tahlilde ABD, bu kapsamlı destekle yalnızca İsrail’in stratejik ortağı değil, aynı zamanda onun savaşlarının insani, ahlaki ve hukuki sonuçlarının da fiili ortağı haline gelmiştir. Bu ortaklığın bedeli ise hem Washington’un küresel itibarına hem de savunmasız sivillerin hayatlarına ağır şekilde yansımaktadır.
yorumunuz